باب
زيادة
طمأنينة
القلب بتظاهر
الأدلة
69- DELİLLERİN BiRBiRİNİ PEKİŞTİRMESİYLE KALBİN HUZURUNUN ARTMASI BABI
238 - (151) وحدثني
حرملة بن
يحيى. أخبرنا
ابن وهب.
أخبرني يونس
عن ابن شهاب،
عن أبي سلمة
بن
عبدالرحمن،
وسعيد بن
المسيب، عن
أبي هريرة؛ أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال: "نحن
أحق بالشك من
إبراهيم صلى
الله عليه
وسلم إذ قال:
رب أرني كيف
تحي الموتى؟
قال: أولو
تؤمن؟ قال:
بلى. ولكن
ليطمئن قلبي".
قال: "ويرحم
الله لوطا.
لقد كان يأوي
إلى ركن شديد.
ولو لبثت في
السجن طول لبث
يوسف لأجبت
الداعي".
[:-380-:] Bana Harmeletü'bünü Yahya
rivayet etti. (Dediki): Bize İbni
Vehb haber verdi. (Dediki):
Bana Yunus. İbni Şihâb'dan,
o da Ebu Selemete'bnî Abdirrahmân'la Said b. el-Museyyeb'den, onlar Ebu Hureyre'den, Ebu Hureyre,
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmektedir:
"Biz şüphe etmeye
İbrahim'den daha layığız. Çünkü O: Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini
göster, demişti. Rabbi: İman etmedin mi yoksa demiş, O: Hayır ama kalbimin
mutmain olması için, demişti."
(Allah Resulü} dedi ki: ''Allah Lut'a
da rahmet buyursun. O gerçekten pek sağlam bir yere sığınmıştı ve eğer ben
Yusuf'un kaldığı uzun süre kadar hapiste kalmış olsaydım (çıkmaya çağırmak için
gelen) o davetçinin çağrısını kabul edecektim. "
Diğer tahric: Buhari, 4537, 4694;
Müslim, 6094; İbn Mace,
4026; Tuhfetu'I-Eşraf, 13325, 15313
(151) وحدثني
به، إن شاء
الله،
عبدالله بن
محمد بن أسماء
الضبعي. حدثنا
جويرية عن
مالك، عن
الزهري؛ أن
سعيد بن
المسيب وأبا عبيد
أخبراه، عن
أبي هريرة، عن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم بمثل
حديث يونس عن
الزهري. وفي حديث
مالك "ولكن
ليطمئن قلبي".
قال: ثم قرأ
هذه الآية حتى
جازها.
[:-381-:] Bu hadisi bana inşallah Abdullah b. Muhanımed
b. Esmâ'ed-Dubaî de rivayet
etmiştir. (Dedi ki): Bize Cüveyriye, Mâlik'den, o da Zühri'den naklen
rivayet eyledi. Zühriye de Saidü'bnü'I-Müseyyeb ile Ebu Ubeyd, Ebu Hureyre'den, Ebu Hureyre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
Yunus'un Zühri'den diye rivayet ettiği (bundan
önceki) hadisi aynen rivayet etti. Ama Malik'in rivayet ettiği bu hadiste:
''Ama kalbimin mutmain
olması için" sözünden sonra bu ayeti bitirinceye kadar okudu, dedi.
Diğer tahric: Buhari, 3387, 6992;
Müslim, 6095; Tuhfetu'I-Eşraf, 12931
حدثناه
عبد بن حميد
قال: حدثني
يعقوب يعني
ابن إبراهيم
بن سعد. حدثنا
أبو أويس، عن
الزهري. كرواية
مالك بإسناده.
وقال: ثم قرأ
هذه الآية حتى
أنجزها.
[:-382-:] Bunu bize Abd b. Humeyd tahdis edip dedi ki: Bana Yakub -yani İbn İbrahim b. Sa'd tahdis etti. Bize Ebu Yunus, Zühri'den Malik'in
kendi isnadıyla rivayeti gibi rivayet etti ve: "Sonra bu ayeti bitirinceye
kadar okudu" dedi.
DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın
NEVEVİ ŞERHİ: Bu babta
(380) Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Biz şüphe etmeye
İbrahim'den daha çok hak sahibiyiz ... " hadisi
yer almaktadır. İlim adamları:
"Şüphe
etmekte İbrahim'den daha hak sahibiyiz" buyruğunu değişik şekillerde
açıklamışlardır. En güzeli ve en sahih olanları, İmam Şafii'nin arkadaşı İmam Ebu İbrahim el-Müzenı ile ilim
adamlarından bazı toplulukların yaptıkları açıklamadır. Bu açıklama anlam
itibariyle şöyledir: İbrahim (aleyhisselam) için
şüphe imkansız bir şeydir. Çünkü ölülerin diriltilmesi
hususunda nebilerin şüpheye kapılması sözkonusu
olsaydı, İbrahim' den şüphe etmeye ben daha çok hak sahibi olurdum. Sizler ise
benim bu hususta şüphem olmadığım bildiğinize göre, şunu da bilin ki, İbrahim
asla şüphe etmemiştir. Özellikle İbrahim (aleyhisselam)'ı
sözkonusu etmesinin sebebi ise ayet dolayısıyla bazı
bozuk zihinlere şüphe ettiği ihtimalinin gelmesinin mümkün olmasından
dolayıdır. İbrahim (aleyhisselam)'ı kendisine tercih
etmesi ise, bir tevazu ve bir edeptir. Yahut Ademoğullarının
en hayırlısı olduğunu bilmeden önce bu sözleri söylemiştir.
et-Tahrir sahibi der ki: İlim adamlarından bir topluluk şöyle
demektedir:
Yüce
Allah'ın: "İman etmedin mi yoksa" (Bakara, 260) buyruğu nazil olunca
bir kesim, İbrahim şüphe etti ama bizim Nebi şüphe etmedi, dedi. Bu sefer Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem):
Bizler şüphe etmeye ondan daha bir hak sahibiyiz, dedi ve az önce yaptığım
açıklamaya yakın bir açıklama zikretti. Sonra (et-Tahrir sahibi) şunları
söylemektedir: Benim hatırıma bununla ilgili olarak iki açıklama gelmektedir.
Bunlardan birincisine göre bu, hitap bakımından alışılmış olan bir türdür.
Çünkü bir kimseyi savunmak isteyen birisi onun hakkında konuşan kimseye: Filana
söyleyeceğin kötü bir söz yahut ona yapacağın kötü bir iş varsa onu bana söyle
yahut onu bana yap deyip, ona böyle bir şey söyleme maksadıyla bunları
söylemesidir. İkincisine göre bunun anlamı şudur: Sizin şüphe olduğunu
sandığınız bu hususa ben daha layığım; çünkü o bi{ şüphe değildir. O yakinin daha da artmasını istemektir.
(2/183) Bunun dışında açıklamalar da yapılmıştır. Ama bizler en sahihleri ve en
açıkları olduklarından ötürü bu açıklamalarla yetiniyoruz. Allah en iyi
bilendir.
İbrahim
(aleyhisselam)'ın soru
sorması ile ilgili olarak ilim adamları bunun sebebini çeşitli şekillerde
açıklamışlardır. Bu açıklamaların en güçlü olanına göre o, ölülerin diriltilme
keyfiyetini delil ile bildikten sonra müşahede yoluyla öğrenerek mutmain olmak
istemiştir. Çünkü istidial yoluyla elde edilen
bilgiye gözle görme yoluyla elde edilen bilginin aksine genelolarak
bazı şüpheler ortaya çıkabilir; çünkü gözle görmekle elde edilen bilgi zorunlu
(kesin) bir bilgidir. Bu imam Ebu Mansur el-Ezheri'nin ve başkalarının görüşüdür. İkincisi de, o
duasının kabulü hususunda Rabbinin nezdindeki
konumunu öğrenmek istemiştir. Buna bağlı olarak şöyle demişlerdir: Yüce
Allah'ın: "İman etmedin mi yoksa" (Bakara, 260) buyruğu benim nezdimdeki makamının büyüklüğünü, seni seçip, Halil
edindiğimi tasdik etmedin mi, demektir.
Üçüncü
açıklamaya göre o, birincisi şüphe olmamakla birlikte, yakininin daha da
artmasını dilemiş, böylelikle ilmu'l-yakin' den, aynu'l-yakine yükselmeyi dilemiştir çünkü her iki ilim türü
arasında fark vardır.
Sehl b. Abdullah et-Tusteri (r.a.)
dedi ki: O yakinin nuruyla imanının sağlamlığının daha da yer etmesi için ayan
(gözle görmenin) perdesinin açılmasını dilemiştir.
Dördüncü
açıklamaya göre o, yüce Rabbinin öldüren ve dirilten olduğunu söyleyerek
müşriklere karşı delil getirince, delilinin gözle görülerek ortaya çıkması için
yüce Rabbinden bu istekte bulunmuştur.
Bunun
dışında pek güçlü görülmeyen pek çok açıklama daha yapılmıştır. İmam Ebu'l-Hasan el-Vahidi (rahimehullah)
şöyle diyor: İbrahim (aleyhisselamı'ın
böyle bir istekte bulunmasının sebebi hususunda (müfessirler) ihtilaf
etmişlerdir. Çoğunluğa göre o, deniz kıyısında yırtıcı hayvanların, kuşların ve
denizdeki bazı canlıların parçalamakta olduğu bir leş görmüştü. Bu leşin
dağılan parçalarının nasıl toplanacağını düşünmeye başladı ve içinden Rabbinin
hayat vereceği bir ölüye tanık olma arzusunu hissetti. Yoksa o ölülerin
diriltilmesi hususunda şüphe eden birisi değildi, ama bunu görmeyi arzu etti.
Tıpkı müminlerin Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i ve cenneti görmeyi yüce Allah'ı görmeyi -bütün bunlara
iman etmekle birlikte- sevmeleri ve bu husustaki şüphelerin zail olmasını arzu
ettikleri gibi. ilim adamları der ki: "İman
etmedin mi yoksa" (Bakara, 260) buyruğundaki hemze soru için değil, ispat
içindir. Cerir'in: "Siz bineklere binenlerin en
hayırlıları değil misiniz?" sözüne benzemektedir. Allah en iyi bilendir.
Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
''Allah Lut'a da rahmet buyursun. O gerçekten sağlam
bir yere sığınıyordu." Burada sağlam yer (er-rukn
eş-şedid) şanı yüce Allah'tır. Şüphesiz o rükünlerin
en çetini, en güçlüsü ve en koruyucu olanıdır. Hadisin anlamı -Allahu a'lem- şudur (2/184): Lut (aleyhisselam) misafirleri
adına korkunca, onları zalimlere karşı koruyacak bir aşireti olmadığından ötürü
kaygıya düştü." Onlar için ileri derecede üzüldü ve bu hali onu büyük
ölçüde etkiledi. Bu halde iken, keşke kendim size karşı koyabilseydim yahut
sizin gücünüze karşı çıkacak bir aşiretim bulunsaydı, dedi. Lut
(aleyhisselam)'ın maksadı
ise, misafirlerine karşı kendisinin mazur olduğunu ve eğer herhangi bir yolla
onlara yapılacak o hoş olmayan muameleyi önleyebilecek olsaydı mutlaka
yapacağını, onlara ikram ve onları savunup korumak maksadıyla bütün gücünü
ortaya koyduğunu göstermek istemişti. Onun bu sözleri yüce Allah'a dayanmaktan
yüz çevirmek değildi. Onun bu sözleri ancak sözünü ettiğimiz misafirlerin
gönüllerini hoş tutmak için idi. Onları himaye etmek konusunda yüce Allah'a
sığınmayı unutmuş olması da mümkündür. Kendisi ile yüce Allah arasında olmak
üzere ona sığınmakla birlikte misafirlerine karşı da acı çektiğini ve bu işten
kalbinin daraldığını göstermek için böyle söylemiş olması da mümkündür. Allah
en iyi bilendir.
Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in:
"Ve eğer Yusuf'un kaldığı uzun süre kadar zindanda kalmış olsaydım, beni
(çıkmaya) davet edenin çağrısını kabul edecektim." Bu sözler Yusuf (aleyhisselam)'a bir övgü, onun sabır ve teennisinin bir
beyanıdır. Davetçiden kasıt ise şanı yüce Allah'ın: "Onu bana getirin
dedi. Bunun üzerine elçi yanına gelince Yusuf dedi ki: Efendine dön de o ellerini
kesen kadınlara ne oldu diye sor" (Yusuf, 50) buyruğu ile haber verdiği
kralın elçisidir. Yusuf (aleyhisselam) çabucak rahata
koşarak uzunca kalmış olduğu zindandan ayrılmayı hemen tercih ederek çıkmadı.
Aksine işini sağlam tuttu, vakarını elden bırakmadı, zindana atılış sebebi ile
ilgili durumunun açığa çıkması için hem hükümdarın, hem başkasının nezdinde
suçsuz, günahsız olduğunun ortaya çıkması için hükümdarla haberleşti.
Böylelikle kendisine nispet edilen suçtan temiz olduğuna inanmış halde karşısına
çıkmak istedi. Yusuf da herhangi bir şekilde utanmasını gerektiren bir hal
kalmadan onunla bir araya gelmeyi arzu etti. Bizim Nebimiz (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'de bu hususta Yusuf'un faziletini
ve hayırda, sabrının kemalinde, güzel bir şekilde durumu ele alışında, nefsinin
ne derece güçlü olduğunu beyan etmiş oldu. Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kendi hakkındaki o sözlerini de
alçak gönüllülüğünü göstermek ve Yusuf (aleyhisselam)'ın faziletinin mükemmelliğini en beliğ ve ileri derecede
beyan etmek için söylemiştir. Allah en iyi bilendir.
Babın
senetleri ile ilgili olarak söyleneceklere gelince, bu senette daha önce
açıklandığı üzere Said'in babası el-Müseyyeb vardır. Cumhurun söylediği meşhur kanaate göre
"el-Müseyyeb"in ye'si
fethalıdır. Onu kesreli okuyanlar da vardır ve bu Medinelilerin görüşüdür.
Senetteki
bir başka ravi Ebu Seleme
b. Abdurrahman b. Avf olup,
onun da adı meşhur olan görüşe göre Abdullah'tır. İsmail olduğu da
söylenmiştir, isminin bilinmediği de söylenmiştir. Yine bu babta
Müslim (rahimehullah)'ın
(381): "Bunu bana inşallah Abdullah b. Esma da tahdis
etti" ifadesi yer almaktadır. Bu da bu hususta bilgi ve deneyimi olmayan
kimselerin Müslim'e karşı tepki gösterebileceği hususlardan birisidir; çünkü
Müslim (rahimehullah):
"Bunu
bana yüce Allah'ın izniyle ... tahdis
etti" demiştir. İtiraz eden kişi: Hakkında şüphe ettiği bir rivayeti nasıl
delil gösterebilir, der. Ancak böyle bir söz, söyleyenin batıl bir hi?yalini ifade eder; çünkü Müslim bu isnadı delil
göstermemektedir. O bunu mutabaat ve istişhatta bulunmak üzere zikretmiştir. Daha önceden ise
hadis• alimlerinin asıl rivayetlerde kabul etmedikleri
hususları mutabaat ve şahitler hakkında kabul
edebildiklerini açıklamış idik (2/185). Yüce Allah en iyi bilendir.
Aynı
senette Ebu Ubeyd'in, Ebu Hureyre'den rivayeti zikredilmektedir.
Burada
adı geçen Ebu Ubeyd'in adı Sa'd
b. Ubeyd el-Medeni olup, Abdurrahman b. Ezher'in azatlısıdır. Abdurrahman
b. Avf'ın azatlısı olduğu da söylenir.
Yine
senette Ebu Uveys
geçmektedir ki, onun da adı Abdullah b. Abdullah b. Uveys
b. Malik b. Ebu Amir el-Asbahı
el-Medenl'dir.
Babta geçen lafızlara gelince (381): "Ayıeti
sonuna kadar okudu." Diğer rivayette ise (382) "bitirinceye
kadar" demektedir. Birincisi ayeti okumayı bitirinceye kadar, diğeri de
tamamlayıncaya kadar demektir.
Hadiste
(380) Yusuf ismi geçmektedir ki altı söyleyişi vardır. Sin harfi ötreli,
kesreli ve fethalı okunmakla birlikte hepsinde hemzeli ve hemzesiz okunması sözkonusudur. Allah en iyi bilendir.